20 Mayıs 2011 Cuma

Demokratik Medya : Hayaldi, Gerçek Oldu!

Günümüzde, medya ve demokrasi gibi iki kavramı, bir bütün olarak düşünmek gerçekten zor. Fikir ve basın özgürlüğünün son derece katı bir şekilde kısıtlandığı ve engellediği bir ülkede yaşıyoruz çünkü. Günden güne farklı sesler bastırılıyor. Uzak değil çok yakında insanlar, iktidarın kendilerine yakıştırdıkları, biçtikleri sesleri benimseyecekler. Peki seslerini istedikleri gibi kullanmak isteyenler ne yapacaklar? Ellerinde pankartlar, Taksim meydanından çıkmayacaklar mı? Buna kim bir çözüm sunacak? Bir Ergenekon davası bitiyor, öteki başlıyor. İnternet sansürlerine her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Filtre, fişleme, şifre derken iyiden iyiye medya üzerindeki demokratik yaklaşımımızı kaybediyoruz.

Medyayı, çok geniş bir yelpaze olarak düşünürsek, bu yelpazenin içine her çeşit fikri ve düşünceyi koyabilmeliyiz. Ancak Türkiye’de bunu başarmamız artık olanaksız. Çünkü kontrolü elinde tutanlar bunu rahatlıkla engelleyebilir. Medya patronları ve devlet büyükleri tarafından yapılandırılan bir medya oldukça, özgürlükçü anlayıştan gittikçe uzaklaşıyoruz. Bunun yanı sıra, baskıcı zihniyetin arkasına sığınan basın mensupları da demokratik medya önünde büyük bir engel oluşturuyor. Ülkemizde, bir köşe yazarı veya siyasetçi ya da herhangi sıradan biri, halka istediği ve inandığı mesajı rahatlıkla veremiyorsa, işte bu yüzden.

Sansürlenmeyen, engellenmeyen, baskıcı olmayan bir medya hayal etmek imkansız mı peki? Ya da bunun hiçbir örneği yok mu? Özgürce halka doğruları yansıtan bir portal olan “BİANET” bu bağlamda en güzel örnek. “Bağımsız İletişim Ağı”, adından da anlaşılacağı gibi hiçbir baskıya maruz kalmadan internet gazeteciliği yapıyor. Toplum tarafından en çok takip edilen medya organlarının bir nebze olsun bu ağa yaklaşması, medyanın demokratikleşmesi yolunda önemli bir adım olabilir. Aynı zamanda, “Medyadaki tüm ayrımcı, cinsiyetçi, homofobik ve ırkçı yaklaşımlar ortadan kalksın; değişime ayak uydurmak istemeyenler çekilsin!” sloganıyla yola çıkan “Defne Devrimi” de bu konuda sert ve anlamlı bir duruş sergiliyor. Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından yapılan acımasız yorumların neden olduğu bu devrim, web sitesinde imza topluyor. Şu an 8.000 civarı imza toplanmış durumda. Hedef ise 10.000. Az gibi görünüyor ama medya alanında hak arayan daha birçok proje var. Bunlardan bir diğeri ise, “Nefret Söylemi”. Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadeleyi; medyada insan haklarına saygının güçlendirilmesine destek olmayı; ırk ya da etnik köken, din veya inanç nedeniyle ayrımcılığa karşı sivil toplum örgütlerinin izleme yapması ve ayrımcılık karşıtı savunuculuk rollerinin güçlenmesine katkıda bulunmayı; toplumdaki azınlıklara ve farklı kimliklere saygının güçlendirilmesine katkı sağlamayı hedefleyen “Nefret Söylemi” projesinin özel amacı ise, yaygın ulusal medyada gözlemlenen etnik ve dini gruplara yönelik nefret söylemiyle mücadele.

Bahsettiğim projeler ve portalların var olduğunu bilmek, medyada demokratikleşmenin mümkün olabileceğini gösterdiği için, insanı mutlu ediyor. Fakat bazı gerçekleri göz ardı etmemizi de sağlayamıyor. İnsanların, seslerini özgürce duyurmak için belirli kişiler ve kurumlardan izin almadığı bir ülkede yaşamak bence mümkün ama çok zaman alacak. İktidarın çekinecek, gücenecek, korkacak birşeyinin olmadığı zaman mümkün olabilecek mi mesela? Belki olabilir, ama bu ihtimal eminim ki başta kendileri olmak üzere herkese imkansız gözükecektir. Bu durumda, demokratik bir medya için toplumumuzun yapması gerekenler neler? Yukarıda bahsettiğim projeleri desteklemek; engel, sansür ve baskılara karşı inadına ses çıkarmak, düzenlenen eylemlere katılmak güzel bir çözüm olabilir, oluyor da. Gel gör ki, bu girişimlerin medya üzerine yapacağı etkinin bir anda herşeyi değiştirmesini bekleyemeyiz. Çünkü kim ne derse desin, bu ülkede Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi birer gerçek var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder