27 Aralık 2010 Pazartesi

Pop-Local

In order to live in balance and harmony, we need popular culture and local culture to be integrated. However the world is trying to globalize everything. I assume this type of globalization is more like simplification. Many countries are in a pursuit of a dream which creates a society with only one language, currency and flag. But unconsciously, we are destroying natural and cultural diversity while glorifying the economic prosperity.


Like these kind of countries, also most people are avoiding to find their own styles, understand their own desires and cultures instead of keeping up with popular culture. Because it is way more easy to exist while doing something that whole world accepts. However I'm not saying that pop culture is totally wrong. Naturally, popular and current things are coming forward in our lives. The issue is about doing something that we do not want or need, but we do it just because it belongs to pop culture.


I'd like to mention a lecture about local culture from Wade Davis. He is saying that we all share the same adaptive imperatives. "We're all born. We all bring children into the world. We go through initiation rites. We have to deal with the inexorable seperation of death. So it shouldn't surprise us that we all sing, we all dance, we all have art." He continues his conversation with an important sentence: "But what's interesting is the unique cadence of the song, the rhythm of the dance in every culture." This is the best explanation of why we have to protect our local culture instead of getting stucked on popular culture.


It is so good to know that we have countless different cultures in the world. This makes us valuable. If the world would all share the same culture, people would feel lonely and insignificant. Cultures are colorizing our lives. To protect a culture means to protect the world. Also we can add some features from our cultures to popular culture and share it with the world. In the meantime we can take the advantages of popular culture and make it diversified.


As a result, people should not discount local culture while being fascinated by popular culture. We must consider both equally because I assume we all want our children to learn our own cultures. Upon any terms, people need popular culture and local culture together in harmony.



*bambina*

25 Aralık 2010 Cumartesi

Kusursuz dizi, kusursuz cevherler...

Tüm Türkiye'yi kasıp kavuran bir dizi var şu sıralar. Sezonun başlarında adından bu denli söz edilmiyor ve izlenmiyordu. Ama şimdilerde reyting patlaması yaşıyor olsa gerek. Eminim hangi diziden bahsettiğimi anladınız. Anlayamamış onlar kesinlikle çok azdır. Çünkü izlemiyor olsanız bile, bilimum medya organlarında haberlerini okuyor veya izliyorsunuz. Salı günlerini heyecanla beklememin önemli sebebi : Öyle Bir Geçer Zaman Ki.


Yönetmenliğini Zeynep Günay Tan'ın yaptığı bir dönem dizisi. 1960'lı yıllarda 4 çocuklu bir ailenin trajedisini konu alıyor. Erkan Petekkaya, Ayça Bingöl, Meral Çetinkaya, Mete Horozoğlu gibi tecrübeli isimlerin yanı sıra Aras Bulut İynemli, Farah Zeynep Abdullah, Yıldız Çağrı Atiksoy, Emir Berke Zincidi gibi genç yetenekler de dizide kendilerini gösteriyorlar. Benim burda özel olarak değinmek istediğim ve oyunculuğunu aşırı derece gerçekçi bulduğum iki isim var: Aras Bulut İynemli ve Emir Berke Zincidi. Dizide Mete'yi canlandıran Aras, Osman'ı canlandıran ise Emir. İkisi de birbirinden yetenekli. Bir önceki hafta ve geçen hafta gösterilen bölümlerde özellikle Mete resmen döktürmüş. Evi yakma sahnesi olsun, disiplin kuruluna camı kırarak girme sahnesi olsun, insanı büyüleyecek derecede ekrana kilitliyor. 1990 doğumlu olan Aras Bulut İynemli'nin bu diziden önce 2 reklam filmi ve başka bir dizide konuk oyuncu deneyimi bulunuyor. Haddime düşmez ama kendisini geleceğin Haluk Bilginer'i olarak görüyorum. Müthiş bir yetenek gerçekten. Dilerim birçok genç yeteneği harcayan uyuşturucu illetine bulaşmaz kendisi. Çok yazık olur.




Gelelim Küçük Osman'a. Emir Berke Zincidi henüz 5 yaşında. Daha önce birkaç reklam filminde oynamış. Bu diziye ise tam 200 çocuk arasından seçilmiş. Sette onu çalıştıran 2 oyuncu koçu, 1 pedagog ve ona özel yaptırılan bir oyun odası bulunuyor. Yaşı gereği, kavga içeren sahnelerde de pek fazla bulundurmuyorlarmış Emir'i psikolojisi bozulmasın diye. Bir hayli özenli davranılıyor yani. Aras'ın olduğu gibi Emir'in de çok yetenekli olduğu aşikar. Şiddet ve kavga sahnelerinde ondan istenilen şaşırma/korkma mimiklerini son derece gerçekçi bir şekilde bizlere yansıtan Emir'in de gelecekte yolunun açık olduğunu düşünüyorum. Bu yaşına rağmen bir çocuk bu kadar mı bilinçli rol yapar, insanı bu kadar mı ikna eder o karakter olduğuna? Bence bu çocuktan daha yaşlı ve daha çok tecrübesi olan birçok aktör/aktris bile bunu başaramıyor. Aynı şekilde Mete'yi canlandıran ve İTÜ - Uçak Mühendisliği Bölümü'nde öğrenim gören Aras, bir ropörtajında dizideki rolünün hakkını verebilmek için kaydını dondurduğu söylemiş. "Namım yürüsün bir de bunu yapmış olayım" diyen, tepeden inme, hazıra konan "oyuncular" feyz alsınlar. Rol yapmaktan ziyade karşındakini rol yapmadığına inandırmak gerek bence. Bunu başarmak içinse gerektiğinde fedakarlık da yapılabilmeli Aras gibi...





*bambina*

21 Ekim 2010 Perşembe

Trüban !

Merhaba benim sadık takipçilerim! Bugün sizlere Hürriyet'te Yılmaz Özdil'in türbanla ilgili yazdığı ve benim keyifle okuduğum kısa bir yazısını olduğu gibi aktaracağım.

Yorum yapacakmıyım? Yok, hayır. Zaten yorum yapa yapa abartıldı ya bu konu, ondan:) Gerek yok yani gayet açık zaten.


Türban

Okurlar sipariş veriyor:

“Türban meselesini yaz.”
*
Yazayım.
*
Bir İgnliiz üvinersitesinde ypalın arşaıtramya gröe, klemileirn hrflareinin hnagi srıdaa yzaldıklarıı ömneli dğeliimş asılnda... Öenmli oaln, briinci ve sonncuu herflarin yrenide olamsımyış... Çnküü, kleimleri hraf hraf dğeil, btüün oalark oykuormuşsz... Ardakai hraflrein sırsaı kıraşık da osla düüzgn ouknuyormuş.
*
İinglç di mi?
Bıakn nısal da düüzgn oukdnuuz.
*
Hem oukdnuuz.
Hem anladıınz.
*
Trüban bduur.
*
Tartıışlan mselee ne oulrsa olusn, bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmeszin... Yaınlşları düüzgn gbii oukmyaa, düüzgn gbii anlmaaya bşlarsaın.
*
Üvinersite srouları çlaımnış, Amreikan şrketii Trküiye’de rşvüet dğaıtmış, domateisn tneasi iki lria oulmş, maedncleriin cseetlernii beş aıydr çıkaramoyrlarmıış, her dröt gnçteen brii isşiz gzeiyrmouş, pkklya pzarlaık yaplııyrmouş, meemlket bölüüynrmouş, Amreikaıllar bzie fzüe döşyormuuş, deinz feenri ne oulmş, yargyıı taammen bdaem byklııı ypmışlaar flian...
*
Hiç öenmi klmaaz.
*
Tartıışlan mseleenin bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmezsin, sbaah klkaarsın trüban konşuuursn, aşkam yaatrsın trüban konşuuursn.
*
Kaafn alalk blulak oulr ama...
Akılnda bi tek trüban klaır!
*
Saadce kfaayı örtmez çnküü.
Her srounu öertr trüban.
*
Bilmiyorum anlatabildim mi.

-----------------------------------------------------------------------------------------

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16093787.asp


*bambina*

15 Ekim 2010 Cuma

Bir Başarı Öyküsü

Şimdi bir hikaye anlatmak istiyorum size. Oldukça enteresan. Ekim ayı "Sinema" dergisinde bir sayfa Xavier Dolan'a ayrılmış. Okurken çok etkilendim ve paylaşmak istedim.

Xavier Dolan 1989, Kanada doğumlu. Oyunculuğa 5 yaşındayken bir ilaç firmasının reklam yıldızı olarak başlıyor ve daha sonra birçok televizyon yapımında ve sinema filminde rol alıyor. 16 yaşında ilk filminin senaryosunu yazmaya başlıyor, bir yandan da oyunculuk yapmaya devam ediyor. Oyunculuktan biriktirdiği paraların hepsini filmi için harcıyor. Tam 19 yaşında, kendi yazıp kendi yönettiği ilk filmi "J'ai tué ma mère (Annemi Öldürdüm)"de aynı zamanda başrolde de karşımıza çıkıyor. Üstelik filmden hiçbir beklentisi olmadığını ifade etmiş Dolan. Bir umut, ilk filmini festivallere gönderiyor ve umulmadık bir başarı elde ediyor. Cannes'daki prömiyerinin ardından film 9 dakika boyunca ayakta alkışlanıyor. Cannes'dan 3 ödülle geri dönüyor ve sene boyunca festivallerden toplam 22 ödül topluyor. Şuan Oscar aday adayı.




Gerçekten muazzam bir başarı öyküsü. Dünya'da kaç insan bu kaliteyle, bu yaşta şöhret olabilir?

Ben filme gitmedim bilmiyorum (en kısa zamanda izlemek istiyorum bu arada) ama Sinema dergisi filmi şöyle betimliyor :

Capcanlı renkleri, karakterleri kadrajın köşesine hapseden alışılmışın dışındaki çerçevelemeleri, müziğe fazlaca alan açan hikaye ritmi ve Wong Kar Wai'den Fransız Yeni Dalgası'na kadar uzanan geniş yelpazedeki göndermeleriyle birçok farklı stilin bir araya geldiği bir film "Annemi Öldürdüm".

Xavier Dolan, "J'ai tué ma mère"in hemen ertesi yıl çektiği ve bu sene Cannes Film Festivali'nde gösterilen "Les amours imaginaires" ile aynı başarıyı yakalayacak gibi görünüyor. Eleştirmenler yere göğe sığdıramıyorlar. Hızını kaybetmeden üçüncü filme odaklanmış Dolan. "Laurence Anyways" adlı üçüncü filminin senaryosu bitmiş durumda. Çekimlerine bu sene sonunda başlayacakmış.

Bu arada "Annemi Öldürdüm" 23 Eylül'de ülkemizde vizyona girmişti. Şuan İstanbul/Avrupa'da bir tek Taksim/Cinemajestic'te gösteriliyor. İsteyenler 11:30  -  14:00 seansı için bilet alabilir. Ankara'da oturanlar için Kızılay/Büyülü Fener'de  12:15  14:30  16:45  19:00  21:15   film gösterimde.

Film hakkında daha detaylı bilgi : http://www.imdb.com/title/tt1424797/


*bambina*

9 Ekim 2010 Cumartesi

MUSIC BREAK #1

5 dakika sabredin, yüklensin! You won't regret it.


Lyrics | Paramore lyrics - The Only Exception lyrics

250 kg. Kapak, Bir Tekerlekli Sandalye!

ATTENTION EVERYONE!!!
İlk entry'mi böylesine faydalı bir konuda yapmanın sevinci içerisindeyim çok muhterem takipçilerim.

Bildiğimiz gibi ülkemizde birçok engelli vatandaş var. Bunların bir kısmı parasızlıktan ötürü kendilerine tekerlekli sandalye alamıyor. Bu sorunu çözmek amacıyla Dünya Engelliler Merkezi bir proje geliştirdi. DEM'in Genel Başkan'ı Nedim KILIÇ projeyi şöyle anlatıyor: "İlk kez İstanbul Ataşehir Belediyesi ile işbirliği yapılarak, Dünya Engelliler Merkezi olarak Edirne'den Kars'a bütün duyarlı insanlarımıza duyurmak amacıyla tane tane kapak toplamaya başladık. Geri dönüşümlü olmak üzere plastikten oluşan kapaklar toplatılarak, bütün toplanan kapaklar doğrultusunda engellilere tekerlekli sandalye ve ihtiyaçları olan malzemeler olarak geri dönecektir."




Kampanya, Amerikalı bir sivil toplum örgütü tarafından da destekleniyor. Şimdiye kadar yaklaşık 3.500 kapak karşılığı tekerlekli sandalye dağıtılmış durumda.

Bizler için hiçbir zahmet gerektirmeyen bu projeye katkıda bulunalım derim. Hepimiz okulda veya işteyken susuyoruz ve bir pet şişe alarak susuzluğumuzu gideriyoruz. Tek yapacağımız içtiğimiz şişenin kapağını çantamıza/cebimize atıp, eve gidince bir kutuya veya nerede saklamak istiyorsak oraya koymak. Böylece bir engelli insana katkıda bulunmuş oluyoruz. Bu arada kapakları tartıp, "Aaa benim ki 250 gr. olmamış, ben gönderemem o zaman." gibi bir düşünceye kapılmayalım. Kaç gr. olduğu ve markası hiç önemli değil. Ne kadar olursa olsun, 30 Aralık 2010'a kadar toplayabildiğimiz kadar kapak toplayalım.

Kapakları Nasıl Ulaştırıyoruz?

Küçükbakkalköy Mahallesi. Kayışdağı Caddesi. NO:143 Ataşehir Belediye Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü. Ataşehir/İSTANBUL (Kargo ücretini Ataşehir Belediyesi ödüyor.)


 

*bambina*



7 Ekim 2010 Perşembe

Bambina The Explorer

Evet hepinizin bildiği gibi önümüzdeki kış, son 1000 yılın EN sert kışı olacakmış. Ben ise soğuktan dudaklarımızın kuruyup çatladığı, nefes almaktan burnumuzun kızardığı, evden çıkmaya cesaret edemediğimiz o günlerde ne mi yapıyor olacağım?

Bir nevi "Gezelim Görelim" tadında bir blog hazırlıyor olacağım. İstanbul'da gelişen olaylar ve etkinlikleri, zamanım ve gücüm el verdikçe size aktarmaya çalışacağım. Her alanda olabilir yazacaklarım. Kimi zaman sergilere gidip izlenimlerimi yazacağım buraya, kimi zaman film gösterimlerine gidip beğeni durumuma göre tavsiyelerde bulunacağım sizlere. Bazen yeni çıkan bir müzik CD'sini dinleyip tanıtacağım, bazen de şehrimizde gerçekleşen olaylar ve buna paralel olarak çıkan haberler hakkındaki fikirlerimi söyleyeceğim. Ya da gazete okurken ilgimi çeken bir makale görüp sizlerle paylaşacağım ve buna ilişkin yorumlarımı yazıya dökeceğim. Okuldan veya işten çıktıktan sonra değişik yerlerde yemeye çalışacağım o günkü yemeğimi ve lokanta analizleri yapacağım kendime göre. Şu an aklıma gelmeyen daha birçok konu da olabilir. Böyle bir blog hazırlamak istememin nedeni, doğduğumdan beri yaşadığım bu şehri daha yoğun ve etkili yaşamak. Olumlu ya da olumsuz bütün değerlerinin farkına varmak. Biraz olsun rutin hayatın dışına çıkarak gelişmek de diyebiliriz buna. Bu bağlamda "Benim İstanbul'um", sınırlarını genişleterek daha yaşanılabilir ve bana göre bir yer halini alacak. Yeni şeyler yapmak, öğrenmek, okumak her zaman heyecanlandırmıştır beni. Eğlenceli olacağına eminim... Keşfedelim o zaman!


Kahvemin son yudumunu kafama diker, dişlerimi fırçalar ve yatarım Sevgili Cemaat-i Blog.

iyigeceler.goodnight.buenasnoches.bonnenuit.gutenacht.buonanotte.

*bambina*